Değerli meslektaşımız ihraç cumhuriyet savcısı İBRAHİM GÜNDÜZ ve kıymetli eşi Ege Denizi’nden Yunanistan’ın Kos adasına geçmeye çalışırken bindikleri botun alabora olması sonucu hayatlarını kaybedeli üç gün oldu.
Peki neden?
Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaklaşık 5000 hâkim ve savcı haksız ve hukuksuz bir şekilde mesleklerinden ve özgürlerinden mahrum edileli 5 yıldan fazla zaman geçti. Bu süre zarfında neler oldu, neler yaşadık? İbrahim Gündüz ve çiçeği burnunda eşi Nurdan Gündüz’ü sonu ölümle biten bu tehlikeli yolculuğa iten neydi?
Biz beş yıldır nasıl bir kâbus yaşıyoruz resmetmeye çalışalım, siz de gözlerinizi kapatın ve hayal edin; bizim yerimizde olsanız ne yapardınız, İbrahim Gündüz’ün yerinde olsanız bir aralık gecesi Ege’nin karanlık ve soğuk sularında kendinizi ve sevdiğinizi ölümle baş başa bulur muydunuz anlamaya çalışın!
16 Temmuz 2016 günü 2745 hâkim ve savcı hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından darbeye teşebbüs ve terör örgütüne üyelik suçlamaları ile yakalama ve gözaltı kararı verildi. Cuma günü mesailerini tamamlayıp rutin bir şekilde evlerine dönen bu 2745 meslektaşımız bir gecede terörist ilan edilip ertesi gün evlerinin polis tarafından aranacağını, hafta sonu kendilerini nezarethanelerde bulacaklarını, beraber çalıştıkları meslektaşları tarafından dosyada tek bir delil yokken tutuklanacaklarını ve sonraki beş buçuk yıllarını demir parmaklıklar arkasında bu haksızlığın son bulacağı günü ya da hapishanelerdeki eşlerinin tahliye olacağı günleri beklerken geçireceklerini elbette bilmiyorlardı.
20 Temmuz 2016 tarihli olağanüstü hal ilanı ile yetkileri genişleyen HSK yayınladığı yeni listelerle 5000 civarında hakim ve savcıyı toplu kararlarla bireysel ve somut gerekçeler göstermeden ihraç ederken, savcılıklar meslektaşlarımız hakkında terör örgütüne üyelik suçlamasıyla soruşturmalar açıyor ve mahkemeler basmakalıp ifadelerle tutuklama ve mahkumiyet kararları veriyorlardı.
Tutuklanan meslektaşlarımızın büyük çoğunluğu cezaevlerinde insani olmayan şartlarda tutuluyorlar, koğuşlar kapasitesinin çok üstünde dolu olduğundan yerlerde yatmak zorunda kalıyorlar, cezaevlerinin sosyal imkanlarından yararlandırılmıyorlar, yakınları ve avukatları ile görüşmeleri de kısıtlanıyordu. Diğer yandan, çoğunluğu ihraç edilen yargıtay ve danıştay üyelerinden oluşan bir grup meslektaşımız ise tek kişilik hücrelerde tutuluyordu. Buralarda avluya çıkma imkanı günlük bir saatle sınırlı tutulan hukukçular neredeyse hiç insan yüzü göremeden dört duvar arasında bir başlarına yıllarını geçirmek zorunda bırakıldı ve bırakılıyorlar.
2000 civarında meslektaşımızın tutuklu geçirdiği bir yılın ardından düzenlenen iddianamelerle ağır ceza mahkemelerinde duruşmalar başlamış ve bazı meslektaşlarımızın tahliyelerine karar verilmişti. Ege ‘de hayatını kaybeden meslektaşımız İbrahim Gündüz de tutuklu geçen 15 ayın ardından tahliye edilenlerdendi. Tahliye kararları o an için sevindirici olsa da birbiri ardına gelen mahkumiyet kararları ve temyiz mercilerinin bütün hukuksuzlukları yok sayarak verdiği onama kararları hayata tutunma çabalarına ket vuruyor ve bahşedilen( !) özgülüklerinin geçici, yolun sonunda bekleyen zindanlarınsa kaçınılmaz olduğunu ortaya koyuyordu. Hal böyle olunca adaletin gelmek bilmediğini gören meslektaşlarımızın önlerinde ise iki seçenek beliriyordu. Birincisi mahkumiyet kararlarının kesinleşmesini beklemek ve vakti geldiğinde infaz için cezaevlerinin yolunu tutmak… Diğer bir deyişle ömürlerinin en az dört -beş-altı-yedi-..yılını ve belki de daha fazlasını özgürlükleri ile aralarına giren yırtıcı tel örgülerin ve aşılmaz duvarların her gün orada durduğunu görerek, kısa dünya hayatlarından paha biçilmez bir günü daha sevdiklerinden uzak geçirmenin acısını sinelerine çekerken betondan koğuşlarda, demirden bir ranza üzerinde her an büyüyen hasretleriyle koyun koyuna geçirmeye razı olmak demekti.
Görüş günlerinde insanların dağlar cesametindeki hüzünlerine şahitlik etmekten is tutmuş camların ardından size bakan evladınızın, dünyanın en masum hisleri ve küçücük elleri ile kırlardan koparttığı sarı papatyayı size veremeyişi kendi kabahatiymiş gibi suçlulukla anlatmasını dinlerken gözyaşlarınızı tutmanın dünyanın en zor işi olduğunu anlamak demekti.
Ama elbette daha kötüsü de vardı! Bir çiçeği koklamadan, bir ağaç altında gölgelenmeden ve toprağa dahi değmeden geçen günlerin, ayların ve yılların ardından kaldığınız hücrede, koğuşta ya da bir hastanenin mahkum koğuşunda bu hayattan göçüp giden meslektaşlarımız Teoman GÖKÇE, Seyfettin YİĞİT, Mustafa ERDOĞAN gibi kilitli kapıların sevdiklerinize ve hürriyetinize kavuşmanız için ardına kadar açılmasını beklerken, tüm hasret ve hüzünlerinizle son nefesinizi vermek demekti belki de.
Peki diğer seçenek daha mı kolay dersiniz? Hiç de kolay değildi! Buna soğuk bir kış gecesi özgürce yaşamak umuduyla çıktığı yolculukta kendini ve sevdiğini denizin amansız dalgaları arasında boğuşurken bulan ve eşinin ve kendisinin canıyla bedel ödeyen meslektaşımız İbrahim şahitti. Buna yine Ege’de canlarından aziz bildikleri iki evlatlarının küçücük bedenlerinin kollarının arasından kayıp azgın dalgalar arasında kayboluşuna tanıklık etmek zorunda kalan iki meslektaşımız şahitti. Tek istedikleri haksızca tutsak edilmekten kurtulup, çocuklarını güvenle büyütebilecekleri bir limana sığınmaktı. Tutuklu eşinin geleceği günü hasretle beklerken, baba özlemi ile büyüyen oğlunun bir de annesiz kalmasına engel olmak için göğüslediği bu zorlu yolculukta Almanya’da bir kampta rahatsızlanarak hayata veda eden Gülsüm meslektaşımız da şahitti.
Biz de şahidiz! Hepsinin acısına ayrı ayrı şahitlik ettik. Hepsiyle bir yanımız öldü. Ve daha fazla acıya, ayrılığa şahitlik etmek istemiyoruz ama siz bir şeyler yapmazsanız önümüzde iki seçenekten başkası yok biliyorsunuz. Umutlarımız tükendi, vakit kalmadı. Dosyası Yargıtay’da onanmayı bekleyen yüzlerce ihraç hâkim ve savcı var Türkiye’de ve önlerinde iki seçenek….
Siz olsanız hangisini seçerdiniz? Yerimizde olmak istemezdiniz değil mi? Yerimize geçemezsiniz de zaten, elinizden gelmez. Öyleyse elinizden geleni yapın! Bu haksızlığa etkin bir şekilde DUR deyin ve artık harekete geçin çünkü ÖLÜYORUZ!